Yapay Zekâ İngilizce Öğretirken Ne Kadar “İnsan” Kalabiliriz?
Sercan Uzun
7/13/20253 min read
Yapay Zekâ İngilizce Öğretirken Ne Kadar “İnsan” Kalabiliriz?
Son zamanlarda İngilizce öğrenme dünyasında dikkat çekici bir gelişme yaşandı.
2016 yılında Duolingo tarafından geliştirilen Duolingo English Test (DET), kısa sürede büyük bir kabul gördü. Şu anda dünya çapında 5.500’ün üzerinde üniversite ve akademik program – özellikle ABD, İngiltere, Kanada ve Avustralya gibi İngilizce konuşulan ülkelerde – bu sınavı kabul ediyor.
Duolingo’nun son hamlesi ise bir o kadar çarpıcı: Şirket, artık içerik üretiminde yapay zekâyı merkeze aldığını açıkladı. İnsan editörlerin yerini yapay zekâ destekli sistemler alıyor ve uygulama neredeyse durmaksızın yeni kurslar çıkarıyor.
Teknolojiyi yakından takip eden bir eğitmen olarak itiraf edeyim, “Vay be!” dedim. Çünkü yıllar içinde 100 kurs hazırlayan ekip, yerini yılda 150 kurs çıkaran bir algoritmaya bırakmış durumda.
Ancak burada önemli bir soru beliriyor: Bu hızla birlikte dilin insana dair özü ne kadar korunuyor?
Dil sadece bilgi değil; duygu, bağlam ve kültürdür. Acaba yapay zekâ, dili bu kadar hızla üretirken tüm bu katmanları da aktarabiliyor mu?
Hız bazen kaliteyi gölgede bırakabiliyor. Çünkü dil dediğimiz şey sadece kelime dizmekten ibaret değil. İçinde duygu var, kültür var, mimik var. Bir hocanın, öğrencisini cesaretlendiren bakışları var mesela. Ya da sınıfta işteki yoğunluğun duygusal yüküyle dersi takip etmeye çalışan öğrencinin duygu durumunu görerek sunulan destek… Yapay zeka içeriklerinin domine ettiği bir eğitim modeli bunu verebilir mi? İşte orası biraz muamma.
Tabii yapay zekânın da nimetleri var. Mesela ABD’de bazı eyaletlerde öğrencilerin yapay zeka destekli kulaklıklarla derse katıldığını biliyoruz. Daha önce öğretmenle iletişime geçemeyen çocuklar, şimdi soru-cevap yapabiliyor. Bu, harika bir başlangıç. Yani “ilk adım” korkusu gerçeğini düşündüğümüzde burada bir kırılma için teknoloji güzel bir köprü oluşturuyor.
Öte yandan artırılmış gerçeklik (AR) gelişmelerinde de ilginç çıktılar var. Denver Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmada, anadili İngilizce olmayan lise öğrencilerinin AR’la İngilizce öğrenirken hem derse ilgilerinin hem de kendilerine güvenlerinin arttığını ortaya koyan sonuçlar var. Ellerindeki tablette gerçek nesneleri tarayıp İngilizcesini, örnek cümleleri, hatta bazen telaffuzunu görebilmeleri sabırsız eğilimlere adeta ilaç oluyor. Hele ki kaynakları kısıtlı coğrafyalarda, bu tür teknoloji imkanları ciddi fark yaratıyor.
Pazar raporları da baktığımızda bu trendin desteğini görüyoruz. Önümüzdeki beş yılda dijital İngilizce öğrenme pazarı öngörüleri yaklaşık 40 milyar dolar büyüyeceği yönünde. Podcast’ler, oyunlaştırılmış uygulamalar, interaktif videolar bu alanda gittikçe yaygınlaşıyor.
Ancak fark ettiyseniz, tüm bu gelişmeler aslında daha çok yeni nesil, dijital dünyaya doğan kitleyi ve sıfırdan dil öğrenenleri hedef alıyor.
Peki, soralım: Yetişkinlerin, özellikle profesyonel hayatta dil kullanımı açısından bu alanda neler yapılıyor?
Her yerde “öğrenirken sıkılmayalım” sloganları var. Oyunlaştırma, AR, hızlı mobil uygulamalar ile desteklenen eğitimler, özellikle de çalışan profesyoneller için bu tür esnek çözümler “hayat kurtarıyor” diye lanse ediliyor.
Oysa gerçek şu ki, profesyonel dünyada dil kullanmak demek, insan olmak demek. İnsan özüne ulaşabilmek ve bağ kurup bağlam yaratabilmek.
Yani, dil sadece kelimelerden ibaret değil. Kültür, bağlam, kurum kültürü, ilişki yönetimi… Bunlar olmadan iş hayatında “kelime makinesi” gibi konuşmamız mümkün değil. Dolayısıyla insan dokunuşunun hâlâ vazgeçilmez olduğunu kabul etmek zorundayız.
Çünkü yapay zekâ, hızlı ve pratik olsa da, kültürü anlamayan, akıştaki ilişki dinamiklerini her an görmeyen bir sistem var karşımızda ve bu asla bir toplantıdaki küçük bir esprinin yerini tutamaz.
Uzmanların ortak bir görüşü var: Dil öğrenmek sosyal bir iş. İnsan ilişkisi olmadan, dilin ruhu eksik kalıyor. Teknoloji güzel bir destek aracı, evet. Ama gerçek bir öğretmenin yaptığı motive edici küçük bir jest, bazen onlarca dijital alıştırmadan daha etkili olabiliyor.
Benim fikrim mi? Dengede kalmak en iyisi. Yapay zekâyı partner gibi görmek lazım — patron değil. Dil, bir bağ kurma işi. Bunu da hâlâ en iyi insan yapıyor.
Peki sen ne düşünüyorsun? İngilizceyi öğrenirken teknoloji mi, yoksa insan dokunuşu mu senin için daha önemli?